Babam okul yıllarımda hiç ders çalışmamı öğütlemedi, karnemdeki notlarım iyi olsun kötü olsun önemsemedi…
Bana gülümseyerek bakmayı, kusurları sevmeyi, eksikliklerdeki güzellikleri görmeyi öğretti…
Hayallerime inandı ve beni de onların asla hayal olmadığına inandırdı….
İşte bu yüzden ben hep kalbimin sesini dinledim.
Daha çocukluk yıllarımdan beri beni mutlu eden şeylerin peşine düştüm.
Mutluluğun ulaşılacak bir hedef değil, minik an’lardan oluştuğunu ortabirinci sınıftayken okuduğum bir şiirde öğrendim.
“Tamamıyla mutlu bir günüm olmadı hiç, ama mutlu saatlerim olduğunu biliyorum” diyordu şair….
Bugün bakıyorum da, babamın öncelikleri kocaman gülümseyen bir ‘ben’ yaratmış hayatta.
Sanırım aynı sebepten, aklım hiçbir zaman söz geçiremedi bana…Kalbim her zaman hangi yöne gideceğini bildi….
Başarının bir ödül kazanmakta değil, bir gönül almakta olduğunu söyledi…
Bir kulak versek aslında o bize ne güzel pusuladır yaşamda…
Her an, bir hediyedir.
Tıpkı bir annenin çocuğuna verdiği sevgi gibidir Karşılıksız ve katıksız…
Aldığımız her nefes, emanet değil de, sanki hep bize aitmiş gibi yaşarız.
Hep bir süpriz yapmasını bekleriz hayatın…
Kendini bize kanıtlamasını…
Bir mucize olmasını…
Şimdi çok uzaklara gitmeyin! Tam bulunduğunuz noktadan bakın kendinize…
Nefes alan siz misiniz, yoksa bir aldıran mı var içeride?
Sizi siz yapan, sizden yakın bir yerde…
Öz’ünüzde….
Peki bu mucize değil de ne?